Van Gölü Ekspresi ile Tarihe Yolculuk

Van Gölü Ekspresi ile Tarihe Yolculuk

Tren yolculuğu deyince aklınıza ne geliyor?  Hele bir de uzun, 26,5 saat süren bir yolculuksa. Kapatın gözlerinizi yola çıkıyoruz.

Van gölü ekspresinin, Doğu ekspresi  gibi her gün seferi olmuyor. Tren, Ankara –Tatvan ve Tatvan – Ankara arasında haftada 2 gün işliyor.  Ankara’dan salı ve pazar günleri, Tatvan’dan salı ve perşembe günleri hareket ediyor.

Tarih, saat ve güzergah bilgisine buradan ulaşabilirsiniz.

Tren içi, Doğu ekspresi gibi hareketli değil. Manzaraya yol boyu hakimsiniz. Her iki tarafta da yeşillikler sizinle birlikte geliyor. Kapılar ise; örtülü kuşet ve yataklı vagonda ekstra kilitli. Pullman tarafında dikkatli bir şekilde çok güzel çekimler yapabilirsiniz. Tabi burada önemli olan şu, hem kendinizi hem de sizi tanımayan ama sizden sorumlu olan görevlileri zor durumda bırakmamanız. Van gölü ekspresi çalışanları gerçekten güler yüzlü, samimi ve yardımseverler. Taze çayları, el yapımı yiyecekleri ile gerçek bir ev sahipliği yaptılar bize. Tren duraklamaların da hoş sohbetleriyle eşlik edip, trende güzel kareler çekmemizi sağladılar.

Yolda giderken eski trenin kaza kalıntılarına rastlayacaksınız. Yol boyu korucuları göreceksiniz. Çok fazla dur kalk ve yavaşlama olacak. Bu sizi tedirgin etmesin. Bunun sebebi yol tek raya düşüp karşıdan gelen  tren beklenildiği için ve yol kenarlarında insanlar çok fazla olduğu için  tren  gündüz seyrinde ekstra yavaş  gidiyor. Bu da aslında avantaj olarak çok iyi kareler yakalamanıza olanak sağlıyor.

Öğlen saatlerinde Tatvan Garına varıyorsunuz. Garın hemen önünden taksi ve küçük minibüsler kalkıyor. Ulaşım sorunu çekmiyorsunuz burada. Bu bölgede yaşayan arkadaşlarımız olduğu için ulaşımda ve bölgeye hakimiyet konusunda sorun yaşamadık. Trenden iner inmez çantaları bagaja attığımız gibi yeni yerler görmek için düştük yollara.

Tatvan’dan aynı gün başlayan gezimizin ilk durağı 43 km. sonra dünyanın en büyük Türk İslam Mezarlığı olma özelliğine sahip Ahlat Selçuklu Mezarlığı oldu.

Ahlat, bir diğer ismi “Kubbet-ül İslam” olarak da adlandırılmaktadır. Selçuklu zamanına başkentlik yapmış olan bu şehir ismini, Milattan önce 3 bin yıllarında kurucusu olan Hilatos adlı bir kumandan tarafından almıştır. Dilde çevrilerek günümüze Ahlat olarak ulaşmıştır. Bunun dışında ismini nereden aldığına dair 3 hikayeden daha bahsedilmektedir.(Gidip görmeniz ve araştırmanız dileğiyle burayı size bırakıyorum.)

Gezerken “vay canına! Kaç mezar taşı var? Acaba ne kadar alanı kapsıyor ?” diye sorunca, Selçuklu Mezarlığı’nın 210 dekarlık alana sahip olduğunu, 8 bin 169 sadece tespit edilen mezar taşı bulunduğunu öğrendim.  Tespit edilen diyorum çünkü daha gün yüzüne çıkmayan ve çalışmaları yapılan yazıtlar mevcut. Üzerinde ki işlemeler o kadar muazzam ki, adeta yapıtlar size görsel şölen yaşatıyor. İşlemelere sürekli dokunma isteği ve artarak devam eden hayranlık oluşuyor.

Kümbetleri görmeye hareket ettiğimizde burası için tadı damağımda kaldı desem yalan olmaz. Sonra Selçuklu Mezarlığının hemen kuzey girişinde Emir Bayındır Kümbetine geldik. Burada toplam 16 adet kümbet bulunmakta. Bizim zamanımız kısıtlı olduğu için sadece buraya uğrayabildik. Çok değişik bir mimari yapısı var.

Biz oradayken konusunu arkadaşımızdan öğrendik. Meğerse Kümbeti üstten çevreleyen kitabede eserin 1481’de ölen Melik Bayındır için yapıldığı yazılı olup onun yaşamını anlatmaktaymış. “Acaba içine tırmanarak girebilir miyim?” diye çevresinde 4 tur döndüm. Fakat çıkamayıp çaresizce aşağıda fotoğraf çekilmek durumunda kaldım. Gitme vakti geldiğinde “içine girilecek bir yol olmalı” diye hala düşünüyordum.

Emir Bayındır Kümbeti’nin 500 metre ilerisinde yer alan Harabe Şehir için yola çıktık. Ahlat’ın çeşitli kesimlerinde yüzlerce mağara bulunmaktadır. Bu mağaralar eski çağlardan beri değişik amaçlarla kullanılmış ve günümüze kadar ulaşmışlardır. Kışın soğuk hava depoları olarak erzaklara ev sahipliği yapmaktadırlar. Turizm Kültür Bakanlığı bu bölgeyi koruma altına aldıktan sonra, halka devlet yardımı yapılarak yaşayanlar  ilçe merkezine yerleştirilmiştir.

Harabe şehirde yaşayan insanların 2000’li yıllara kadar burada yaşadığını biliyor muydunuz? Kim bilir kimler dünyaya gözlerini açtı? Bu evlerden ne gelinler çıktı? Ne ölüm haberleri alındı? Ne hikayeler var o yollarda, evlerde… Ve daha ne yaşanmışlıklar ya da yaşanmamışlıklar… Düşünsenize…

Harabe şehrin hemen içinde yer alan Emir Bayındır Köprüsü yıllara meydan okumuş , kimlere ev sahipliği yapmış, bir çok şeye şahit olmuş bir eda ve gururla bize “hoş geldin” diyordu. Köprünü üzerinde yürürken, tarih kendini tekrar edip canlandı sanki. Öyle bir ruh haline giriyorsunuz ki ; kafanızda bir sürü soru ve düşünceler oluşuyor. Aynı anda da köprünün altından geçen o su sesiyle bulduğunuz huzur paha biçilemez. Beni en çok etkileyen yerlerden birisi oldu Harabe şehir. Uzun bir süre yürüdük , oturduk, fotoğraf çekindik. Dokusunu ve çevreyi tekrar tekrar hissedip , içimize çektik.

Buradan  Adilcevaz için yola çıktık. Ahlat – Adilcevaz arası yaklaşık 25 km. Yol üzerinde sağ tarafta muhteşem manzarası olan Gabanlar – Bayrak tepe‘de durduk. Çok rüzgarlı da olsa , fotoğraf çekilmek için harika bir yer. Uğramadan geçmeyin derim.

Veee işte beklenen an tüm ağırlığı ve görkemiyle karşımızda Süphan Dağı. Eteklerinde her yıl şenlik ve festivaller yapılırmış. Biz denk gelemedik fakat yine de uzaktan bakmak bile hayranlık uyandırıcıydı. 12 km. daha süren yolculuğun ardından Süphan Dağı’nın patlamasından sonra  oluşmuş bir maar gölü olan Aygır Gölüne geldik.

Köyün  ismi bir efsaneye dayanıyor. Yıllar  önce köyde yaşayanlar bu gölde aygır gördüklerini dile getirmişler. Fakat hikayenin gerçekliğine dair bir bilgi yok. Gölün hemen yanında alabalık tesisi var. Buraya kadar gelmişken balık yemeden gitmeniz büyük kayıp olur. Aygır Gölü alabalık tesisi için İrtibat bilgilerini de sizlerle paylaşmak istiyorum. Alparslan Taşkın 0434.3261158 – 0505.5729216 garanti veriyorum böyle balık yememişsinizdir.

Balıklar gölden tutulup , hazırlanana kadar biraz doğada kaybolmak istedim. Çıkarttım ayakkabılarımı , yüzüme vuran rüzgar eşliğinde gölün çevresinde başladım yürümeye. Anlatılmaz bir sakinlik ve dinginlik var burada. Şehrin karmaşasından uzak, çevrede oturup piknik yapan insanların sizi görüp gülümseyerek “gel çay iç , için ısınır” diye çağırması bile ayrı bir güzellik katıyor.

Yavaş ve kendinden emin adımlar ile göle doğru ilerliyordum. Parmaklarım suyla buluşmak istiyordu. Ilık suda yürümek gölü boydan boya dolaşmak gibi hayaller kurarken hiç de beklediğim gibi olmadı. Ayaklarım betona çakılmış gibiydi. Bu ne! Diye çığlık attım. Buz gibi. Buz ne kelime çivi batıyordu ayağıma. Anında uyuştum. Çıktığımda “ah benim güzel ayaklarım kusura bakmayın” demekten kendimi alamadım. Siz de geldiğinizde kesinlikle ayaklarınızı suya sokun. Şiddetle tavsiye ediyorum.

Size buranın bir sırrını veriyorum. Açın kulaklarınızı “ACI SU” diyorum. Evet evet yanlış duymadınız yöre halkı “acı su” diyor. Süphan dağından gelen bu sodalı suyu tesis sahibi misafirlerine sunmak için kaynağından getirtmiş. Suyun tadı soda ile aynı ve biraz acılık var. Sağlık açısından çok faydalı olduğu söylenen bu su için ; “bir kuzu ye ve bu sudan iç mideni bozmaz” denilirmiş. Sadece içmedik elimizi yüzümüzü bile yıkadık.

Hava kararmaya başlamıştı. Gece için Van’a geçip konaklamayı orada yapacaktık. Bu yüzden Muradiye Şelalesi ve Erciş balık bendine uğrayamadık. Tren yolculuğundan sonra dinlenmeden bu kadar gezmek yormadı desem yalan olurdu. Erciş otogarına geldiğimiz de , büyük bir şokla karşılaştım. Otogar kapalıydı. İn cin top oynuyordu. Sorabileceğimiz , danışabileceğimiz kimse yoktu. Bir irtibat numarası bulduk. Meğer 17:30’dan sonra kimse kalmıyormuş otogarda. İç servisler de 17:00’de bitiyormuş. Yapacak bir şey yok daha önce nasıl yaptıysak yine otostop çekeceğiz dedik ve düştük yola.

Çok değil yarım saat bile geçmeden bir araç durdu. Tek atışla Van’a gidiyorduk. 120 km. yolumuz vardı. Keyifli insan Hasan abiye denk geldik. O anlatırken videosunu çektim hatıra olsun diye. Ne hikâyeler anlatıp bizi güldürdü sağ olsun. 2 saat sonra Van’daydık. Deli gibi yorulmuştuk. Ve artık uyku vaktiydi.

Bitlis’te bize eşlik eden arkadaşımız Aytaç bizimle gelemediği için ertesi gün sabah  burada araba kiraladık. Size tavsiyem, aracınızı bilindik firmalardan kiralamalarınız. Bu bölge için önemli bir uyarıdır benden size.

Sabah saatlerinde Van Ferit Melen Havaalanı Budget ofisinden kiraladığımız araç  ile düştük yola. Meşhur Van kahvaltımızı Edremit yolu üzerinde olan Sütçü Kahvaltı&Cafe de yaptık. Manzara , servis, lezzet ve fiyat bakımından uygun ve güzeldi. Yalnız serpme kahvaltı sipariş verdiğinizde örnek veriyorum 4 kişi gidiyorsanız 3 kişilik söyleyin. Çok fazla çeşit var ve dolu dolu geliyor. Buradan Edremit sahiline gittik.

Sessiz sakin uzun sahilde baya yürüdük , zıpladık , koştuk çok eğlendik. Yediklerimizi eritip , masmavi sahilde kendimizi daha da kaybetmeden Akdamar adasına gitmek için hareket ettik.  Tekneye binmek için Gevaş-Akdamar iskelesine geldik. Teknenin bir hareket saati yok, doldukça hareket ediyor. 20 dakika süren bu yolculuğun ücreti kişi başı 15 TL. Her yerden ulaşabileceğiniz adanın hikayesini anlatmıyorum.(Gitmeden lütfen araştırıp okuyunuz.)

Adada bu kadar insan olabileceğini düşünmemişim. Yörede yaşayanlar piknik için gelip , bir de gezmeye gelenler olunca maşallah insan akını oluşuyordu. Kilisenin içi ne yazık ki hayal kırıklığıydı. Yazılar , bakımsızlığı ve daha bir çok şey…  Tüm adayı dolaşmanızı  en tepeye kadar çıkmanızı en az 2 saatinizi geçirmenizi öneriyorum. Yanınıza içecek yiyecek alın. Rotamız çok uzun olduğundan kısıtlı vaktimiz de olsa , yine de uzun bir zaman geçirdik. Bol bol yürüdük . Çok fazla fotoğraf çektik. Van kalesi için geldiğimiz yoldan geri döndük.

44 km. sonra Van kalesine uaştığımızda arabayı park ederken “kaleye ücretsiz giremiyor muyuz? İlla buraya da mı ücret ödeyeceğiz.” Demekten kendimi alamadım. Tabi ki vardı. Kalenin yan tarafından sapa bir yol çıkıyor. Daha dik, yorucu fakat yol efsaneydi. Yol arkadaşlarım Tuğba ve Kaan birlik olup bana saydırıyorlardı. Fakat o güzelim fotoğrafları sayemde çekeceklerdi. Kalenin zirvesine kadar dayanıp çıkın. Yarı yolda Türk bayrağının oradan bakıp sakın geri dönmeyin. Etrafını iyice dolaşın. Yükseklik sizi korkutmasın. tehlikeli değil. Harika bir manzara var tepede. Tüm Van ayaklarınızın altında. Oradaki huzur , heyecan bambaşka. En uç kısma kadar gittik. Birbirimize bakıp “ 10 yılı devirdik ve Van Kalesinin tepesinde oturuyoruz.” Diyerek birbirimize bakıp saatlerce güldük. “ ee şimdi neresi kaldı” dedi artık hali kalmayan Tuğba. Hava da kararmaya başlamıştı. Kedi evini görmeden gitmek olmazdı. Ayaklarımız bizi artık zor taşıyordu. Buraya küçük bir not bırakıyorum. Rahat ve hafif yürüyüş ayakkabıları tercih edin uzun soluklu gezileriniz için. Büyük avantaj sağlıyor gerçekten. Kalenin çıkışına geldiğimizde istemsizce “yok artık” deyip gülmeye başladım. Giriş ücreti 3 TL yazıyordu. 3 TL için mi o dik yokuşu çıkmıştık. Bilginize bu arada tercih sizin.

Navigasyona kedi evi yazdığımız da 2 adet gösteriyor. Hemen kalenin yanı bir de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin içinde. Giriş ücretsiz. Erkek ve dişiler ayrı şekilde. Erkekler çok asabi , dişiler ise çok uykucu. Dişi kedilerden daha güzel kareler çıkarttık ve sevdirdiler.

Açın gözlerinizi 2 günlük Tatvan – Van gezimiz dolu dolu burada sona erdi. Bitti mi ? Tabi ki hayır. Bu yolculuk Diyarbakır’a kadar devam etti. Tekrar görüşeceğiz. Beni takipde kalın.

Tuğçe Şen
bakmadangezme1@gmail.com

Merhaba! Ben Tuğçe.

6 Yorum
  • Ahmet Can Alicanoğlu
    → 20:26 - 25 March 2020 Reply

    Birnirinden değerli bilgiler edindim sayenizde tuğçe hanım kendimi van gölü treninde hissettim desem en doğrusu olacak sanırım emeğiniz için teşekküler 🙂

  • İlknur
    → 20:36 - 25 March 2020 Reply

    Mükemmmel bir yazı olmuş, gitmiş kadar oldum ellerinize sağlık?

  • Emre Arıkan
    → 20:39 - 25 March 2020 Reply

    Ah ben de bi Van gölü ekspresi yapabilsem keşke işim gereği izinlerimi istediğim gibi kullanamadığımdan malesef bayram tatillerinde net planlar yapabiliyorum ama kafamda bi doğu turu var bu da özellikle trenle olursa bi başka güzel olur diyr düşünüyorun olmadı atlayacağım motoruma rota çıkarmadan rastgele yola koyulcam eminim çok güzel yerler göreceğim harika bir gezi olmuş sizin için emeğinize yüreğinize sağlık

  • Ülkü yüksel
    → 20:39 - 25 March 2020 Reply

    Doğu ekspresi yapmış biri olarak van gölü ekspresi listemde ilk sıradaydı. ?Planı nasıl yaparım diye düşünmek zorunda değilim. O kadar güzel gezmiş, ?yaşamış ve anlatmışsın ki ?…tek kelime ile ;
    B_A_Y_I_L_D_I_M

  • Esra
    → 20:58 - 25 March 2020 Reply

    Şu günlerde evde oturuyoruz.Bu gezi yazısı bana çok iyi geldi.Gitmek isteyipte gidemediğim yerler.?? Yalnız 3 TL için çetin yollardan gittiniz birde şahane fotoğraflar çekmişsiniz.Ne güzel.
    Eğer gidersem mutlaka önerdiğiniz yerden balık yemek isterim.

  • Serkan Yücesan
    → 20:58 - 25 March 2020 Reply

    Şu Dünya gurbetine gözlerimizi açtığımız ilk andan itibaren başlayan yolculuğumuz, asli vatanımız olan Cennet’e dönüncüye kadar devam edecektir.
    Bu ana yolculuğun yanında, yaşamımız boyunca yenilenmek, kendimize gelmek ve ruhumuzu dinlendirmek için seyahatler yaparız.
    Yeni kültürler görmek, yeni tatlarla damağımızı tatlandırmak, farklılıkları görüp empati yapmak ve iç dünyamızı zenginleştirmek için yolculuklar yaparız.

    Gezmek yaşamaktır…

Post A Comment